Gulyabani - Efruz Bey - Vurun Kahpeye

Gulyabani

Eserin Yazarı: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Eserin Türü: Roman

Hoppaca bir kız olan Munise çok güzel bir kızdır. Annesi ve babası o daha gençken ölür. Komşuları Munise'yi giyindirip, geçindirir ve çeyiz vererek onu birisiyle evlendirirler. Fakat Munise kocasıyla pek anlaşamaz ve bir gün kocası evde yokken kaçar. Daha sonra ana dostu olan Ayşe Hanım adlı bir kadın onu bulur ve ona, onun hizmetçilik yapabileceği iyi ve namuslu bir yere götüreceğini söyler. Ama Ayşe Hanım’ın Munise'ye bir tavsiyesi vardır. Eğer orada kalıp iyi para kazanmak ve daha sonra kendine iyi yuva kurmak istiyorsa orada olup bitenleri kimseye söylemeyecek ve bunlara tepki vermeyecektir. Munise bu fikre evet der. Ayşe Hanım Munise’yi bir dağın tepesindeki köşke götürür. Burada onları Çeşmi felek Kalfa ve Rusen adlı iki hizmetçi karşılar. Daha sonra Ayşe Hanım Muniseyi burada bırakıp gider. Munise bu köşkün garipliklerine şaşıp kalır. Çünkü gelirken onları buraya getiren arabacının konuştuğu cin, peri ve gulyabani muhabbetine inanmayan Munise, bunlara inanmaya başlar. Munise, Ayşe Hanım’ın onu buraya büyük bir bahşiş karşılığında getirdiğini o zaman anlar ve kafasına vurur. Gitmeye çalışır, fakat ona bu- raya gelen insanların bir daha geri dönemeyeceğini söylerler. Munise’nin getirildiği köşkün her tarafında her gece cinler, periler dolaşır. Bunlardan en korkuncu ise Gulyabanidir. Cinler ve Periler her gece bu köşkün etrafına gelip odalara girerek abuk subuk sesler çıkarır ve Munise’ye saldırırlar. Munise’yse ona verilen tavsiyelere göre hareket ederek sesini çıkarmaz bu da benim kaderimdir der. Bir gün gece bir erkek peri Munise Hanım’ın odasına gelir. Munise bu durum karşısında şaşkın kalmıştır. Bu erkek perinin adı Hasanmış. Hasan çok güzel yüzlü bir peridir. Hasan kendisinin peri olmadığını ve onu bu köşkten kurtarmak istediğini söyler. Fakat Munise bu olaylarla sürekli karşılaştığından onun sözüne inanmaz. Hasan ise ona aşık olduğunu ve onu sevdiğini, onun için her şey yapabileceğini söyler. Daha sonra Hasan’ın insan olduğu ve şehirden bu köye geldiği anlaşılır. Hasan sonunda bu cin, peri saçmalıklarının bir iç yüzünün olduğunu anlar ve bunu ortaya çıkarır. Demek ki, cin, peri ve gulyabani muhabbeti saçmalıktan ibaretmiş. Bunla- rın hepsi cin, peri ve gulyabani kılığına girmiş birer insanlarmış. Bu insanlar cahil köy halkını kandırır ve namussuzca işler yaparlar. Hasan onların hepsini yakalar ve halkın önünde hepsini tanıtarak cezalandırır. Sonra Munise, Hasan’la evlenir, köşkte hizmetçilik yapan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen’e de birer koca bulurlar. Onlar da mutlulukla hayatını devam ettirir. Köşkün sahibi hanımefendi de Munise ve Hasan’la birlikte bir müddet yaşar ve sonra ölür. Butün malını ve mülkünu onlara bırakır. Hasan’la Munise hayatlarına mutlulukla devam ederler.

Efruz Bey

Eserin Yazarı: Ömer Seyfettin

Eserin Türü: Roman

İlk bölümü 1919 yılında “Vakit” gazetesinde yayımlanan bu roman öncelikle beş bölüm olarak düşunülmüşse de daha sonra dokuz bölüme kadar uzatılmıştır. Hatta yazar bu romana adını veren kahramanı Efruz Bey’in kahramanı olduğu başka hikayeler de yazmıştır. Bu hikayelerin hepsi Efruz Bey adı altında bir kitapta toplanmıştır.

İlk bölüm “Hürriyete Layık Bir Kahraman” da yazar, kalem dairesinde sıradan bir memur olan Ahmet Bey’in nasıl hürriyet kahramanı bir Jön Türk olan Efruz Bey’e dönüştüğünü anlatır. Ahmet Bey aslında istibdat taraftarı görünümündedir ancak hürriyetin ilan edildiğini öğrendiği an bütün fikirleri birden değişir. Hürriyetin yılmaz bir savunucusu haline gelir, yalnız diğer ko- nularda olduğu gibi hürriyet hakkında da tam bir bilgisi yoktur. Ahmet Bey, bir Çerkez olmasına rağmen kendini herkese bir jön Türk olarak tanıtır. Oysa jön Türkler kimdir, düşünceleri, dünya görüşleri nedir, bu hareket kimler tarafından sürdürülür; bilmemektedir. Sadece kulaktan dolma bilgilerle halka kendisini bambaşka bir kahramanmış gibi anlatır. Bu dönemdeki düzeni de bu yolla eleştirir. Öyle ki halk her şeye inanma eğilimindedir, yeter ki güçlü ve gösterişli olsun. Bu dönemin yönetim eksikliği ve kargaşa hali, aydınların Batı’dan aldıkları yeni fikirleri anlayamayan, doğru bir biçimde yorumlayamayan halkın, kendine söylenen kocaman yalanlara bile kolayca kapılabilecek durumda olduğunu ironik bir dille ortaya koymaya çalışmıştır. Bir Jön Türk ve hürriyet kahramanı olmadığını bildiği halde gösteriş ve şöhreti sevdiği için işi bozun- tuya vermez. Bütün bir gün boyunca halk onu omuzları üstünde İstanbul sokaklarında dolaştırır. Meydanlarda hürriyet, adalet, eşitlik gibi konularda nutuklar attıkça taraftar toplar öyle ki bu coşkuyla bütün İstanbul çalkalanır. Halk ona: “Baskı yönetimini nasıl devirdin? diye sorar. Ahmet Bey sadece “hürriyet” sözünü bildiği için onun nasıl elde edildiğinden, Anayasa bildirisinin nasıl hazırlandığından ve Jön Türklerden haberi yoktur. Ahmet Bey bu soruyu durup duşünür ve alakası olmadığı halde bize; “Jön Türk derler. Bizi kimse tanımaz. Bizim ismimizi kimse bilmez.” der ve kendisine bu şöhrete ve hürriyet ortamına uygun bir isim düşünür. Kendine “ziyalandıran, aydınlatan zulmü boğan..” gibi anlamlara gelen “Efruz” ismini seçer. Bunun gerçek adı olduğunu, Ahmet ismini ise tanınmamak için kullandığını söyler. Halk daha bir coşar.

Ahmet Bey için zenginliğin hiçbir ehemmiyeti yoktu yalnız zengin görünmenin büyük bir ehemmiyeti vardı. Ahmet Bey, kalem dairesinde çalışan bir memurdur. Hürriyet ilan edildiğinde halk bilgisiz ve bilinçsiz olduğu için Ahmet Bey’i Hürriyet kahramanı zannederler. Halbuki Ahmet Bey, sıradan bir kalem memurudur. Halk, Ahmet Beyin omuzları üzerine alıp Yaşa! Var ol! Sen bir Jön Türk’sün.” diyerek onu kendilerine baş kabul ederler. Ahmet Bey, kendisini sürekli olarak filozof, yazar, şair, fen adamı olarak tanıtır. Makam sahibi insanlarla muhabbeti olan biri olarak gösterir. Herkese zengin olduğu süsünü verir. Ahmet Bey, meydanlarda hürriyet, adalet, eşitlik gibi konularda nutuk atarak birçok taraftar toplar. Artık ünü her tarafa yayılmıştır, ama o hürriyet kahramanı değildir. Efruz Bey’in ününü duyan İttihat ve Terakki cemiyeti onu davet eder. Efruz Bey bu Cemiyet hakkında da bilgi sahibi değildir. Yine de davet edildiği için cemiyetin binasına gider. Merkez kurulu, Efruz Bey’e hüviyeti ile ilgili ve bu şöhreti nasıl elde ettiğiyle ilgili sorular sorarlar ve Efruz Bey hepsini yanıtlar. Merkez kurulu, bu soruşturmadan sonra Efruz Bey’in hayatını öğrenir. Efruz Bey’in hiçbir şeyden haberi olmadığını, sırf gösteriş ve eğlence için bu kadar gürültüye sebep olduğunu anlayınca onu hapse atarlar. Kısa bir hapisten sonra Efruz Bey serbest bırakılır, ancak halk onu unutmuştur. Onda bütün bu olaylardan sonra kalan tek hatıra ismi olur.

Efruz Bey bu infiali atlattıktan sonra kendine yeni arkadaşlar edinir. Bunlar kendini özellikle Beyoğlu ve çevresinde asil olarak tanıtan zengin kimselerdir. Bu arkadaşlarıyla “Asiller kulübü” kurmaya kalkışırlar ancak polis baskınıyla arkadaşlarından birinin kumar oynattığı anlaşılınca bu hayal de suya düşer.

“Tam Bir Görüş” bölümünde Efruz Bey Türk köylüsünün ne kadar misafirperver olduğunu savunarak bu sefer sosyoloji alimi olduğunu iddiaya başlar. Ancak İstanbul’un bir köyüne gittiklerinde oturdukları bir kahvehanede köylü olan kahvecinin onlara fazla hesap çıkardığını görünce bu fikri de değişir

“Bilgi Bucağında” adlı bölümde ise Efruz Bey, artık bir milliyetperverdir. Bucaklarda Türklükle, Türkçe ile ilgili konferanslar verir. Büyük ilgi toplar ancak bu konferansları vermek için geceleri bazı kitaplardan sadece düşünürlerin bilim adamlarının ya da kitapların adlarını ezberler ve konuşmaları sırasında bunları sayar. Bir gün söy lediği ertesi gün dediğini tutmaz. Bundan sonra bucak heyeti konuşma yapmadan bir gün önce konuşmanın bir metninin bucak heyetine sunulması söyler. Bunu kendisi gibi bir alime hakaret sayar. Bucaklılara veda edip sonsuza dek oradan ayrılır ve unutulur.

“Açık Hava Mektebi” bölümünde ise bucaktan ayrıldıktan sonra evinde düşünce çalışmalarına devam eden Efruz Bey, kitap bulmakta zorlanır. Avrupa’ya tahsil için gitmek ister; fakat daha sonra bundan vazgeçer. Ancak bütün tanıdıklarına gittiğini söyleyip iki ay evde kitaplarıyla kalır. Buna daha fazla dayanamayınca ortaya çıkıp pe- dagoji diploması aldığı yalanını söyler ve dönemin eğitimcilerine saldırır. Sadece bir Müdür Bey’i beğenir o da kendisi gibi ilmi kitaplardan değil; tecrübe ederek öğrenme taraftarı olan bir okul müdürüdür. Avrupa’da eğitimin açık havada yapıldığını ve bunun çok karlı olduğunu Müdür Bey’e anlatır ve bu fikri uygulamaya koyulurlar. Ancak öncelikle bunun için öğrencilerle, öğretmenlerin eşit olduğunu anlatır öğrencilere. Her- kes için eğitimde demokrasi gerektiğini anlatır. Bu, Müdür Bey’in işine gelmez ve vazgeçer. Efruz Bey tek başına bir okul açmak fikriyle Hayırsız Ada’ya gider, ama sandalı sürüklenir. Uyandığında karşısında bir doktor, kendini de hasta yatağında bulur. Yalova’ya kadar sürüklenen Efruz Beyin bu fikri de böylece suya düşmüş olur.

Bundan sonraki “Akropol Hacısı” adlı bölüm yayımlanmamıştır ancak yayımlansaydı yazar burada Nev-Yunanlık akımına karşı çıkacaktı. Yine Vakit gazetesinde yayımlanacağı belirtilen “Beyaz Serçe” adlı bölüm de yayımlanmamıştır. Ancak daha sonra son bir bölüm olarak “İnat” başlığıyla bir başka öykü yer alır. Burada Efruz Bey yazarın kendisine bir mektup gönderir. “Atlar çimeni mi otlar yoksa çayır mı?” suali üzerinde insanın bilmediği konularda bile kendi fikrini kabul ettirmek için ne kadar inatçı olabileceğini gösterir.

İlk bölümle yazar, karakterini belirlediği Efruz Bey üzerinden cumhuriyetin doğma sürecinde yaşanan bütün fikir değişikliklerini işlemiş ve bu fikirleri çok benimsemiş gibi görünüp bunları savunmalarına rağmen ideolojileri gerçek anlamda araştırmayan ve bilgisi olmayan insanları esprili bir dille yermiştir.

Vurun Kahpeye

Eserin Yazarı: Halide Edip Adıvar

Eserin Türü: Roman

Aliye, İstanbul’dan Anadolu’ya gelmiş idealist bir öğretmendir. Yeni görevine başlamak ve kendisine kalacak bir yer temin etmek için Ömer Efendi’nin evini bulur. Ömer Efendi ve eşi Gül- süm Hala Aliye’yi ölmüş kızlarının yerine koyarlar ve onu çok severler.

Aliye, öğretmenliğe başladığı dönemde köy ağasının oğlunun, diğer bir çocuğu hırpalamasına ve babasının okula gelmesine meydan okuyup. “Toprağınız toprağım, eviniz evim, burası için bu diyarın çocuklan için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım.” diye yemin eder. Bu olaylardan sonra Aliye, çocukların milli duygu ve hislerini coşturmak için onlara marşlar ezberletmeye başlar.

Bu arada Ferit Paşa hükümetine bağlı olanlar, Hacı Fettah Efendi başkanlığında Aliye öğretmene cephe alır. Hacı Fettah, camiden çıkan ahaliyi Aliye’ye karşı kışkırttığı sırada kumral, uzun boylu kumandan Tosun Bey halka haykırır. “Merhaba arkadaşlar toplanın, size söyleyeceklerim var”

Tosun Bey, Yunanlıları yurttan atmak için savunan bir kumandandır. Tosun Bey ve Aliye ögretmen, Ömer Efendi’nin evinde birbirlerini görmeden yurtlarını Yunan işgalinden kurtarmak için çareler aramaya başlar. Bu arada Hacı Fettah ve arkadaşları, Tosun Bey hakkında dedikodular çıkartıp topraklarımızı, elimizden alacak diye köylüyü ayaklandırır. Hacı Fettah ve arkadaşları eşlerini Aliye ögretmene ricaya gönderir. Aliye öğretmen bir hışımla Tosun Bey’in yanına gider ve duyduklarının doğru olup olmadığını sorar. Tosun Bey, bu olaylardan sonra köyüne bu kadar bağlı olan Aliye öğretmeni köylüsünden ister, “On beş gün sonra gelip seni alacağım.” der ve oradan ayrılır.

Hacı Fettah Efendi ve Hüseyin Efendi boş durmaz. O kahpeye şeriat cezasını verecektir.” der. İki yobaz kılık değiştirip Yunan karargahına gider. Askeri planları açıklayıp Yunanlılara yardım eder. Yunanlılar bir sabah alacakaranlıkta bu yöreye gelip, kasaba hakkında bilgi toplar, zen ginleri tespit eder Yunanlıların amacı önce kasabada emniyeti temin etmek sonra da kendileri için bolca para toplamaktır.

Hacı Fettah ve Hüseyin Efendi’nin yaptıkları bu hainlik sonucunda Tosun Bey esir düşer. Kasabaya gelip burada kendi düzenlerini kurmaya çalışan Yunan komutan güzel öğretmen Aliye’ye aşık olur ve kendisiyle evlenmesi durumunda Aliye’yi Yunanistan’ın en zengin kadını yapacağını, Yunan kuvvetlerini Türkiye’den çekeceğini ve Tosun Bey’i kurtaracağını söyler. Aliye bütün bunları kabul etmeyince küçük Durmuşla başka çare ler aramaya başlar ve babasını kurtarmaya  çalışır.

Aliye, Durmuş’un tavsiyesiyle Hacı Fettah Efendi’ye gidip ricada bulunur. Hoca kendisini “kahpe, kahpe!” diye uğurlar. Son çare Hüseyin Efendi’dir. Hüseyin Efendi’nin Aliye’yı şehvetle karşılaması Aliye’yi çileden çıkarır. Onu bekleyen kuçük Durmuş Aliye’yi incir bahçesine götürür. Orada Tosun Bey’le karşılaşırlar. Bu arada Ömer Efendi Atina’ya sürülmüştür. Hatta tarlaların bir kısmı Hacı Fettah Efendi’ye verilir.

Küçük Durmuş vasıtasıyla Tosun Bey ve Aliye haberleşmeye devam eder. Bir yandan da Türk ordularını karşılarken kullanacağı bayrağı işlerken diğer yandan da Türk orduları kasabaya girmek için gerekli hazırlıkları yapmaya devam ediyordur. Binbaşı Ali Bey, Tosun Beyi’ın nişanlısını arar. Çünkü Tosun Bey düşman cephaneliğıni yok ederken vucudunun yarısını kaybetmıştır Binbaşı Ali Bey. Aliye’yi Hüseyin ve Hacı Fettah’a sorar. Bu durumdan çok korkan iki kafadar, Aliye Hanım kotü oldu Ahali onu parçalarken “VURUN KAHPEYE! VURUN KAHPEYE “di ye hep bir ağızdan bağırdılar” der.

Gülsüm Hala ve Durmuş onun parçalanmış vücudunu incir bahçesine gömdüklerini söylerler. Tosun Bey arkadaşı Ali Bey’e yazdığı mektupta Aliye’nin mezarının köyde yaptırılmasını söyler. Tosun Bey, Aliye’ye duyduğu temiz ve saf aşkı şu sözlerle dile getirir. “Ben menekşe gözleri ile sevdiğim en büyük kahraman şehit kızı kalbime gömüyorum. Dudaklarımda onun sözleri var “Toprağınız toprağım, eviniz evim, burası için bu diyarın çocukları için bir ana bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım.”