LİSE MÜFREDAT PROGRAMINDA OKUNMASI ÖNGÖRÜLEN 100 TEMEL ESERDEN SEÇME ÖZET TANITIMLAR! \n

Halid Ziya Uşaklıgil

Mai ve Siyah

HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

1866 yılında İstanbul’da doğdu. Öğrenimini İzmir’de bir Fransız okulunda tamamladı. Öğreniminin ardından banka memurluğu ve öğretmenlik görevlerinde bulundu. İzmir’deyken arkadaşlarıyla beraber Hizmet, Nevruz, Ahenk gazetelerini çıkardı. İlk edebi denemelerini buralarda yayınladı. 1893’te İstanbul’a taşındı. Reji ve Düyun-ı Umumiye idarelerinde görev aldı. 1896’da Servet-i Fünun topluluğuna katıldı ve bu topluluğun nesirdeki en önemli temsilcisi oldu. Servet-i Fünun topluluğundayken Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu gibi başarılı romanlar yazdı. Servet-i Fünun dergisi kapandıktan sonra, yazı hayatından çekildi. 1908 İhtilali’nden sonra çeşitli roman denemeleri oldu. Bu dönemlerde ayrıca devlet kademelerinde de görev aldı. Cumhuriyet’ten sonra kendi eserleri üzerine çalıştı. 1945’te İstanbul’da öldü. Türk romanının oluşumunda çok büyük bir etkiye sahiptir. Modern Türk romanının kurucusu sayılmaktadır. Eserlerinde sosyal hayattan çok ferdi konuları işlemiştir. Özellikle Batılılaşan Türk toplumunun durumu eserlerinde işlediği konulardan biridir. En büyük kusuru eserlerinde sanatlı bir dil kullanmasıdır. Başlıca eserleri, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Kırk Yıl (Hatıra Kitabı) ve Saray ve Ötesi (Hatıra Kitabı)dir.

MAİ VE SİYAH

Türk romanının önemli eserlerinden biridir. Bir nesil romanıdır. Tanzimat sonrası Türk edebiyatının önemli dönemlerinden olan Servet-i Funun neslinin edebiyat anlayışını, hayata bakışını ortaya koyan bir eserdir. Roman, hayalleri temsil eden mavi ile başlar. Gerçekleri temsil eden siyah ile biter. Yazar bu şekilde, hayatın gerçeklerinin hayallere üstün geleceğini ifade eder.

Başlıca Kahramanlar

Ahmet Cemil: Yirmi yaşlarında, mülkiyeyi yeni bitirmiş, hayata dair umutları olan biridir. En büyük hayali, çok meşhur bir şair olmaktır. Ancak hayat karşısında pasiftir. Gerek hayalleriyle, gerekse dünyaya bakışıyla Servet-i Fünun neslinin prototipidir.

Hüseyin Nazmi: Ahmet Cemil’in en yakın arkadaşıdır. Ahmet Cemil’le beraber edebiyat sohbetleri yapar. Ahmet Cemil gibi hayalci olmadığından dolayı, hayat karşısında yenilmez.

Lamia: Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşidir. Servet-i Fünun edebiyatının ideal kadın tiplerindendir. Sanattan anlayan, piyano çalabilen bir kızdır.

İkbal: Ahmet Cemil’in kız kardeşidir. Ahmet Cemil’in üç büyük hayalinden biri İkbal’e mutlu bir evlilik yaptırmaktır. Romanın talihsiz kahramanlarındandır. Yaptığı evlilik ölümüne sebep olur.

ÖZET

Roman, Taksim Tepebaşı’nda yenilen bir yemekle başlar. Mirat-ı Şuun gazetesinin yazarları yemekli bir toplantı yap- maktadırlar. Roman başladığında yemek bitmiştir. Herkesin canı sıkılmaktadır. Ahmet Cemil de yemeğe katılanlar arasındadır. Ahmet Cemil’in de canı sıkılınca bahçeye çıkar ve mavi bir atmosferde hayaller kurmaya başlar. Böylece roman maviyle yani hayallerle başlamış olur. Ahmet Cemil’in üç hayali vardır: Çok meşhur bir şair olmak, kız kardeşi İkbal’i mutlu olacağı birisiyle evlendirmek ve sevdiği kızla evlenmek. Roman, Ahmet Cemil’in bu hayallerinin ne şekilde sonuçlandığı konusunu ele alır.

Tepebaşı’nda Ahmet Cemil’in hayallere dalmasından sonra, çocukluk yıllarına gidilir. Ahmet Cemil, okulda çok başarılı bir çocuktur. Mutlu bir ailesi vardır. Orta öğretiminin ardından mülkiyeye (bugünkü siyasal bilgiler) girer. Ancak burada okurken babasının ölmesi Ahmet Cemil’i sarsar. Ahmet Cemil, ailesinin geçimini sağlamak için idealinin dışında işler yapmak zorunda kalır. Yabancı dil bildiği için yayın evlerine basit macera romanları çevirir. Kendisi edebî değeri yüksek eserler çevirmek istemesine rağmen, yayın evleri basit eserler çevirmesini tercih etmektedir. Diğer yandan da zen- gin çocuklarına özel dersler verir. Buralardan elde ettiği gelirlerle ailesini kıt kanaat geçindirir. Bu zorluklara rağmen onurunu korumaya, temiz giyinmeye büyük önem verir. Bu zorluklar karşısında, Ahmet Cemil, hayallerine bağlanır. Eserine çok güvendiği için başka bir işte de çalışmayan Ahmet Cemil arkadaşlarının tavsiyesiyle Mirat-ı Şuun gazetesinde çalışmaya başlar.

Tepebaşı Bahçesi Servet-i Fünun dönemi aydınlarının sevdiği mekânlardan biridir. Ahmet Cemil de bu bahçeye giderek arkadaşı Hüseyin Nazmi’yle beraber şiir okuyup edebiyat üzerine sohbet etmektedir. Hüseyin Nazmi’nin Lamia adlı bir kız kardeşi vardır. Lamia, zengin, mutlu ve Batılı tarzda eğitim almış kültürlü bir kızdır. Ahmet Cemil, Lamia’ya âşıktır. Lamia’yla evlenip mutlu bir yuva kurmak onun büyük hayallerinden biridir.

Ahmet Cemil, hayatın zorluklarıyla mücadele etmenin yanında, romanda Eski Edebiyat taraftarlarını temsil eden Raci ile edebiyatla ilgili tartışmalar yapar. Raci, ailesine bakmayan, küçük çocuğunu çalıştırıp kendisi eğlence âlemlerinde vakit geçiren bir şairdir. Ahmet Cemil’in yazdığı şiirlerin kötü olduğunu, esas güzel şiirlerin Eski Edebiyat tarzında yazılan şiirler olduğunu iddia eder. Ahmet Cemil’i kötülemek için her yola başvurur ama başarılı olamaz.

Ahmet Cemil’in bütün bu hayalci kişiliğine karşılık ha- yatın gerçekleri acıdır. Kısa zaman sonra Ahmet Cemil’in hayalleri bir bir sarsılmaya ve yıkılmaya başlar. Mirat-ı Şuun gazetesinin sahibinin oğlu Vehbi Efendi’nin, kız kardeşi İkbal ile evlenmesi, Ahmet Cemil’in hayallerinin yıkılışına ilk sebeptir. Ahmet Cemil ilk başta kız kardeşinin Vehbi Efendi ile mutlu olacağını düşünür. Ancak Vehbi Efendi kötü bir kişidir. İkbal’i devamlı dövmekte, ona kötü davranmaktadır. Vehbi Efendi, babasının ölümünden sonra gazetenin idaresini eline aldığından dolayı Ahmet Cemil’i gazeteden kovar. Bütün bunlara katlanmaya çalışan Ahmet Cemil, İkbal’e kötü davranıldığını, döve döve çocuğunun bile düşürtüldüğünü öğrenince kız kardeşini kocasından ayırarak yanına alır. Ancak İkbal gördüğü zulümlerden dolayı uzun süre yaşayamaz ve ölür. İkbal’in ölümü Ahmet Cemil’i çok üzer. Böylece Ahmet Cemil’in üç hayalinden biri yıkılmış olur.

İkbal’in ölümünün hüznünü tam atlatamamış olan Ahmet Cemil, aldığı başka bir haberle ikinci hayalini de kaybeder: Arkadaşı Hüseyin Nazmi, Avrupa’da bir görev almıştır. Ahmet Cemil de arkadaşını tebrik etmeye gider. Hüseyin Nazmi’nin evine gidince, Hüseyin Nazmi, kız kardeşi Lamia’nın bir subayla nişanlandığını söylemiştir. Bu haber, Ahmet Cemil’in ikinci hayalinin de yıkımı anlamına gelir.

Romanın başında mavi hülyalar içinde geleceğe umutla bakan Ahmet Cemil, yaşadıklarından sonra, büyük bir karamsarlığa kapılır. Mavi hayallerin yerini siyah gerçekler almaya başlar. Ümitsizlik içinde yaşarken üçüncü hayali olan eserinin onu hayata bağlayıp bağlayamayacağını düşünür. Ancak bu eserin de kendine bir fayda getirmeyeceğine inanır. Yıllardır yazdığı ve büyük hayaller beslediği eserini ocağa atıp yakarak üçüncü hayalini de yıkar. Eserin yakılmasıyla beraber Ahmet Cemil’in hayatında mavi adına hiçbir şey kalmamıştır. Her şey siyahtır. Nitekim romanın sonunda, siyah bir gecede bir vapura binerek İstanbul’dan uzaklaşır. İstanbul’a uzak bir yerde aldığı, kaymakamlık görevine gider.

Sümbül Kokusu

Pazar günü, Budapeşte Darülfünunu Tabiyyat şubesinde öğrenim gören Hüseyin Arif, Macaristan’ın dar sokaklarından birinin kasvetli, dar evlerinden birinde, gazete okumaktadır. Gazetede Çanakkale Savaşı’nın gidişatıyla ilgili pek çok haber vardır. İstanbul’un, Boğazlar’ın her yanının sarıldığı, ülke- nin çok zor durumda olduğu yazmaktadır. Hüseyin Arif, memleketinin düştüğü bu durumdan dolayı büyük bir hüzün için- dedir. Ülkenin cephane durumu çok eksiktir. Oysa düşman askerlerine her yandan yardım gelmektedir. Onların her türlü imkânı karşısında Türk askerinin yalnızca bir göğsü, bir de bazusu vardır.

İstanbul; camileriyle, mavi denizi ve göğu, mezarlıkları, surlan ile gözlerinin önüne gelmektedir. Ona göre, İstanbul’un hamalları Avrupa’nın lordlarından daha asildir. Kaldığı Macar topraklarındaki sokaklara göre İstanbul’un sokakları daha nurani, daha neşelidir. İçinden bir çığlık kopar. Allah’a. vatanımı düşmana çiğnetme, diye yalvarır.

Bu hüzün içinde, memleketine ait neyi varsa hepsini koklar. Sonra pencereyi açar. Ev sahibi dört gün önce bir sümbül vermiştir. Pencereyi açınca duyduğu sümbül koku- suyla irkilir. Sümbül saksısının üzerine kapanarak ağlamaya başlar. O sırada kapı vurulur. Gelen Mehmet Siyavuş’tur. Mehmet’e sümbülü derinden koklamasını söyler. Mehmet Siyavuş da irkilir. Çünkü sümbül, İstanbul kokmaktadır. Mart aylarında İstanbul’da işportalarda ‘bahariye kokuları’ diye satılan sümbül kokusunu hatırlarlar. İkisi de ‘Ah vatan!’ derler. ‘Vatanı kaybediyoruz.” diye ağlamaya başlarlar. İki genç, bir şey yapmaları gerektiğine karar verir. Hüseyin Arif arka- daşına: ‘Yaşamak alçaklıktır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz. der. Birbirlerine sarılarak ikisi de vatan için savaşmaya karar verir.

İki gün içinde eşyalarını satarlar. Pasaport işlemleri için gittiklerinde görevli onlara ‘Talebelerin askerlikleri ertelendi.’ dediğinde, onlar büyük bir huzurla ‘Biz gönüllü gidiyoruz.’ cevabını verirler.

Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü

Samime Hanım, kanepede gazeteleri okumaktadır. Ya-nında Ayşecik vardır. Ayşecik, Samime Hanım’ın hizmetçisi-dir. Samime Hanım’ın kocası, Ayşecik’in de babası ve nişanlısı Trablus cephesine gittiklerinden beri koca evde birbirlerine arkadaşlık etmektedirler. Ayşecik, bu eve akrabası olan Samime Hanımın kocası Tuğrul Bey’in babasından haber alabileceği ümidiyle gelmiştir. Fakat Tuğrul Bey de kısa zaman sonra cepheye gitmiştir.

Samime Hanım ile Ayşe iki dert ortağı olmuşlardır. Her ikisi de her gün Allah’a cephedeki yakınları için yalvarmakta, evde matem havası esip durmaktadır. Samime Hanım, Ayşe’ye kocasından, Ayşe de utanarak nişanlısından bahsetmekte; böylelikle avunmaktadırlar.

Ayşe, Samime Hanıma muharebeden bir haber olup olmadığını sorar. Samime Hanım, gazetedeki haberi okumaya başlar. Gazetede şunlar yazmaktadır:

“On üç zırhlıya karşı bir asker’

“Salı sabahı düşman zırhlılarından on üçü Trablus’un şark tarafında kalan Hamidiye İstihkamı’nı dövmeğe başlamışlardır. İstihkamda on bir neferle bir çavuş vardı. Neferle- rin dokuzu bir müddet sonra şehid, ikisi mecruh olmuş ve sağ kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman henüz parçalan- mayan birkaç topla, dünyanın hiçbir muharebesinde işitilme- miş, hiçbir memleketin tarihinde görülmemiş bir inat ve metanetle tek başına düşmana mukabele etmiş ve nihayet tunç toplarla beraber o pulat vücut da başına yağan yüzlerce gülle altında parça parça olmuştur.

Ahmet Hikmet Müftüoğlu Çağlayanlar

AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU

1870-1927 yılları arasında yaşamıştır. Galatasaray Lisemezun olmuştur. Konsolosluk, müsteşarlık, profesörlük yapmıştır. İlk defa, 1896’da Servet-i Fünun dergisinde yayımladığı bir hikâye ile bu gruba dahil olmuştur. Daha sonra Türkçülük ve Yeni Lisan akımı etkisinde yazılar yazmaya başlamıştır. Yerli konuları milli bir dille yazmıştır. Eserleri, Haristan ve Gülistan, Gönül Hanım, Çağlayanlar’dır.

ÇAĞLAYANLAR

Milli şair ünvanı verilen Mehmet Emin Yurdakul’un Türk şiirinde açtığı çığırı Ahmet Hikmet Müftüoğlu Çağlayanlar’da hikâyeleriyle devam ettirmiştir.. Yazar, bu eserdeki hikâyele- rinde Türk destanlarından, tarihinden, faydalanmış; Trablus, Balkan, I. Dünya savaşlarında yaşanan olayları anlatmıştır. 1922’de yayınlanan Çağlayanlar, 18 parçadan ibarettir. Milli edebiyatımız içinde uyandırdığı milliyetçilik duygularıyla çok önemli bir yere sahiptir. Eserdeki hikâyelerden bazılarının i- simleri şunlardır: Alparslan Masalı, Yarayı Kanatan, Üzümcü, Sümbül Kokusu, İnci, Yakarış, Bekir ile Tekir, Ayşe Kızla Vato, Maviş.