Kâinatı görmek için bakmak lâzım, ama ne yazık ki, her bakan görmüyor. Ha, birde bazı bakanlar var, sadece görmek istediğini görüyor, gerçek görülmesi gerekeni görmüyor. Herşey görülmek istiyor ve tabi görmek için bakmak lâzım. Aslında, görmekte yetmiyor, görüneni tanımakta gerekir. Anlamını ve amacını bilmek için. Kâinatta anlamsız ve amaçsız hiçbir şey yoktur. Başıboş hiçbir şeye yaramaz, boşuna yaratılmış. Zerreden, küreye herşey görünmek, bilinmek ve üzerinde düşünmek için vardır veya var edimiştir. Hani, yüce yaratıcımız Allahü zülcelâl için söylenir ve Kutsi Hadis olduğu ve Hz. Nebimize atfediliyor. Rabbimiz demiş ki; “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi istedim ve insanı yarattım.” Evet, bilinmek ve tanınmak önemli kavram. Dolayısıyla her yaratığın-yaratılış fıtratında görünmek ve bilinmek vardır. Hem kendi adına ve hemde yaratıcısı adına bilinecek, görünecek ve varlığının müsebbibini gösterecek, tanıtacak ve anlatacaktır. Ancak, her bakan görmüyor bunu unutmayalım, her gören de anlamıyor, bunun da idrakine varalım. Bakmak çok genel bir şey, görmek ise görene özel bir şey, görmek için mutlaka bakacaksınız, ama gördüğünüzün anlam ve amacını çözmek daha da özel bir yetenektir. Eşyanın hakikatini keşfetmekte buna dense gerektir. İnsan bunların hepsini özenle seyredecek ve esas görünmesi gerekeni görecektir. Çünkü, görmenin insanda yaratılışı bütün bunlara muhatap çok özel bir yetenektir. Bakmak, gözler onun için yaratılmıştır, baksın ve baktığını görsün diye, gördüğünü değerlendirmek gönlün ve beynin işidir. Akıl demiyorum, neden? Çünkü meşhur sözdür, *gönül ferman dinlemez.* akıl, gönül ufkuna yasak koyamaz. Ancak, meyline ve aşkına seyirci olur ve muhafızlık yapar. Gönül gözü veya kalp gözü, görüş farkları ayrı olsa da, sevgi ve muhabbette ayni merkezde buluşabilirler, akleden kalp hükmünü verince. Neyse, burası çok hassas bölge, sınırlara dikkat etmek ve haddi aşmamak gerek. Akleden kalp, kalp gözünün sinir uçları beyinden kumandayla çalışır. Ama, gönül gözünün âni bakışlardaki şimşek çakışları, hane-i saadetin işgali demektir. Bu, bazen attan düşmekle, yorgan, döşek olur, bazen de eşekten düşmekle kazma kürek olur. Bunu da ancak düşenler anlar. Çünkü, bunun paylaşımı ve geri dönüşümü yoktur. O bölgenin kenarından geçerken bunlara aşina olduk . Bakışlarımızı o bölgeden çevirelim ve ne bakışlar var ki, gerçekten görmüyorlar birazda onlara bakalım. Onlar bakıp görmüyorlar ama, biz onları baktığımız da görüyoruz. Lâkin, görmediklerini, göremiyoruz, sanki gördüklerini görüyormuyuz, tabi gözleri kast ediyorum, görmek bir nurdur görünmez ve göremezsiniz. Ama, o nurla görürsünüz, o nuru alamaz ve satamazsınız. Ne enteresan değil mi? O nuru sana ve senin gibi birçok yaratığa verenin varlık alâmetlerini görüyor ve O’na hamdetmiyor ve şükretmiyorsun. Üstelik bir de saygısızlık ediyorsun. Tabi saygıda kusur etmeyen ve hamdedene selâm olsun. Hidayete talip olanın da yolu açık olsun. Bakmak ve görmek çok önemli ve büyük bir nimet, sanırım kadrini ve kıymetini en iyi bilenler ve görüp dururken görmez olanlardır. Yüce Allah onu insanlara öyle bir yerinde vermiş ki, vücudunun en yüksek noktasında, oradan daha iyi bir yer düşünemezsiniz. Vücudunuzun en yüksek noktasında, her insanda da ayni yerde, beyin ve kalbe de en yakın noktada. Baş gözü gerçek ve maddi bir yapıdadır, maddeyi görür, ama mana âleminden bir nurla görür. Böyle bir özelliğinden olsa gerek, mana âlemini temsil eden kalp ve gönül gözlerine sinyal göderir. Onlarda bu sinyalle gönül hanesine sevdiğini misafir eder veya kâlp karargâhına gördüğünde hikmet arama komutu verir. Herkes görevini bilir ve işini yapar. Küçük bir kâinat ülkesi olan vücut âleminde aynen koca kâinat gibi itaatsizlik yoktur ve mutlak itaat vardır. Gözler, kulelerinden aldıkları emirler mucibince gözetlemelerini yaparlar, emirlere asla karşı gelmezler, kulaklar, burun, ağız, eller ve ayaklar hepsi emre âmadedir. Kâinatta böyle değil mi, hâlikına itaat etmiyor mu? Yüce Allah bunlar için insana cüzi irade vermiş, vücut kâinatını yönetsin diye. Bu, büyük bir lûtuf, ama ne yazık ki, insan bu lûtfun kıymetini taktir edip verene hamdetmiyor, nankörlük yapıyor. İlâhlığa soyunuyor, insanlara ve çevresine zulmediyor. Yani, son sözlerimiz olsun, kendisine ve doğaya bakıyor, görmesi gerekeni görmüyor, ya gaflet içinde veya ihanet içinde ömrünü geçiriyor.Elbette, istisnalar var, diğerlerinden müstesna bir hayat yaşıyorlar. Lâkin, çoğunluk gaflet ve dalâlet içinde. Yüce Allah bakıpta gerçeği görenler ve gördüklerinin de gerektiği şekilde hakkını verenler ve saygı da kusur etmeyenlerden etsin diyor, esenlikler diliyorum.
Makale Yazısı-
Yorum yazarak YeniSöke Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan YeniSöke Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler YeniSöke Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı YeniSöke Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak YeniSöke Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan YeniSöke Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler YeniSöke Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı YeniSöke Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.